23/01/2003 YENİÇAĞ NECDET SEVİNÇ`İN KÖŞE YAZISI BELA KAPIYI ZORLUYOR Sonunda misyonerler, belki de Türkiye'deki güçlerinin artık devlete meydan okuyacak düzeye eriştiğini, kendilerini üstümüze salan siyasî merkezlere müjdelemek için milletvekillerinin ellerine bile birer İncil tutuşturdular. Hem nerede biliyor musunuz? Hasankeyf Kalesi'nde! Güneydoğu'da incelemeler yapmakta olan Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyeleri, Hasankeyf Kalesi'ne çıktıklarında Güney Koreli misyonerler karşılar onları. Ellerine birer İncil verirler. AKP İstanbul Milletvekili Halide İncekara ile CHP Batman Milletvekili Nezir Nasıroğlu, armağan (!) olarak sunulan İncil'i reddederler, AKP Bingöl Milletvekili Abdurahman Anik ile CHP Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu, "kabalık olmasın" diye alıp, ceplerine koyarlar. Halide İncekara, oldukça sitemkâr, kızgın da: "- Birileri Kur'an verseydi, irticaî faaliyet olarak kabul edilirdi, fakat İncil verilince kimsenin sesi çıkmıyor" diyor. Doğru söze ne denir? Belki sayın İncekara değil ama, Divan'ın sürekli tâkipçileri "öncelikle kürtlerin ve alevîlerin hıristiyanlaştırılmasıyla ilgili bir programın uygulanmakta olduğuna" dair feryadımızı hatırlayacaklardır. Adama itsineği gibi yapışan bu Güney Kore'li misyonerlere dikkat çektiğimizi de hatırlayacaklardır. Yeniden seçildi mi bilmiyorum, geçen dönem Yozgat Milletvekili olarak görev yapan sayın Mehmet Çiçek'in soru önergesine cevap veren dönemin İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen, Türkiye'de bu Koreliler'e ilaveten, ingiliz, alman, finlandiyalı, Norveç, Amerika, Malezya, İrlanda, Yeni Zelanda, Singapur ve Avustralyalı misyoner guruplarının faaliyet hâlinde olduklarını resmen bildirmişti! Belânın kapıyı zorlamakta olduğunu gösteren bu cevaba ve sürekli olarak yeni kiliseler açılmasına rağmen, aynı Bakanlık, Müsteşar Yardımcısı Sebatî Buyuran imzasıyla İzmir Valiliği'ne gönderdiği bir yazıyla da "İzmir polisinin korsan kiliselere karşı yürüttüğü soruşturmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğuna" dair görüş bildirmişti. Bu şu demekti: - Biz misyonerlerle mücadele edemeyiz! Kim ederdi öyleyse? Diyanet İşleri Başkanlığı mı? Bakın bu Başkanlık, bendenize cevaben gönderdiği 29 Kasım 2002 tarihli yazıda ne diyor: "- Misyonerlik konusunda Başkanlığımız gerekli aydınlatma çalışmalarını en iyi şekilde yapmaktadır. Misyonerlik faaliyetlerinin izlenip, önlenmesi hususu İçişleri Bakanlığımızın görev alanı içindedir. Adı geçen Bakanlığın da, bu konuyla ilgili yükümlülüklerini en iyi şekilde yerine getirdiği kanaatındayız!" İçişleri Bakanlığı, misyoner faaliyetleriyle mücadele etmenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğuna inanırken, Diyanet İşleri Başkanlığı "Bakanlığın bu işi en iyi şekilde yerine getirdiği kanaatına nasıl sahip olabilir?" Olamaz! Ama adam sırf bana cevap vermek gayretiyle yazıyor işte. Sonra da eline dâvâ dilekçesini alıp, "Necdet Sevinç bana hakaret etti" diye mahkemenin yolunu tutuyor. Sayın İncekara'ya arzetmek istediğim şudur: Misyonerlerle mücadeleyi bir polisiye tâkip meselesi olarak kabul eden bir Diyanet İşleri Başkanlığı, içine çekilmekte olduğumuz tuzağın mahiyetini esasen idrak edemiyor demektir. Öyleyse zâten hakkında çeşitli yolsuzluk söylentileri bulunan Diyanet İşleri Başkanı derhal görevden alınmalı ve o makama misyoner faaliyetlerini bir din propagandasından çok, bir egemenlik meselesi olarak kabul eden bir sayın Başkan getirilmelidir. Sonra da İslâm inancının dışında bütün inançların propaganda edilmesini yasaklayan bir kanun çıkarılmalıdır. 363 milletvekiliyle bu kanun çıkarılamıyorsa, bugün Hasankeyf Kalesi'nde İncil dağıtan misyonerlerin yarın bu işi 4 mezhep imamının birarada namaz kıldırdığı Diyarbakır Ulu Cami'nde yapacakları unutulmamalıdır.