“Siyasetçi Misafir Gibi Karşılanmalı”

“Sizinle mutlaka röportaj yapmalıyız” dedim.. “Yapalım” dedi, hiç düşünmeden.

Dik.. Güçlü.. Biraz sivri dilli.. Son derece samimi ve bir o kadar içten.. Sözünü hiç sakınmayanlar vardır, onlardan..

Farklı bir ışığı var.. Haliyle dikkat çekiyor. Bulunduğu ortamda hemen fark ediliyor..

Yaşamı boyunca iki karpuzu bir koltuğa sığdırmış: Özel sektörde üst düzey yöneticilik, gazete ve dergi köşe yazarlığı, TV’de program danışmanlığı.. Siyaset..

1999 yılında İstanbul Küçükçekmece’den İl Genel Meclis Üyeliği ile başlayan, 22, 23 ve 24. Dönem AK Parti İstanbul Milletvekilliği ile devam eden siyasi kariyer… TBMM’de 22. Dönem’de Avrupa Konseyi ve BAB üyelikleri.. Çocuk Hakları İzleme Komitesi kuruculuğu.. 22. Dönem’de çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile 23. Dönem’de kayıp çocukların sorunları araştırılması ve gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonlarının Başkanlığı.. 23 ve 24. Dönem Türkiye-AB KPK Üyeliği.. 24. Dönem Üstün Yetenekli Çocuklar Araştırma Komisyonu Başkanlığı… Gençlik, çocuk, kadın-aile ile ilgili dernek ve vakıflarda kuruculuk, yöneticilik..

2015’ten bu yana ise siyasetin yanında, üniversitelerde proje danışmanı, Üsküdar Üniversitesi Özel Yetenekliler Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü..

Yayınlanmış iki kitap..

Sivil aktivistliği anlatan “Bir Tadına Bak Çok Seveceksin: Gönüllülük” ve iyilikleri paylaşarak insanları “Gönüllüler Ordusuna” davet eden “Bi Hisset Çok Seveceksin”

“İyilikleri paylaşarak artırmaya davet olarak yazdım” dediği kitabını anlatırken sarf ettiği sözler son derece etkileyici: “İnsanlığı hak ettiği huzura ve özlediği dünyaya kavuşturmak, gönlüyle buluşturmak için; kavganın yerine uzlaştırmanın, tüketmenin yerine paylaşmanın, yok etmek yerine yaşatmanın, yer aldığı bir dünyaya; ‘gönüllüler dünyasına’ davet etmek için yazıldı. Zira ben; insanlığın kaderini, gönüllülerin değiştireceğine inanıyor, sayılabilen ve ölçülebilen her şeyin gücünün bittiği yerde, gönüllülerin gücünü görüyorum. Her gün yeniden doğmak, her nefeste yeni güzellikleri solumak ve bunca güzelliği birlikte paylaşmak için gönlümdeki satırları birleştirdim…”

Sadece bir kısmını alabildiğimiz, başarılı ve uzun bu özet kariyerin sahibi, Halide İncekara..

“Hayatı biraz sana ne, biraz da bana ne diyerek yaşamalı!” diyebilen, bunu da hayatının pek çok döneminde uygulayan biri, Halide Hanım.

Gazetede buluştuk.. Beşiktaş sokaklarında devam ettik.. Öğlen saatlerinde başladığımız sohbetimiz ‘sonlandıralım’ dediğimizde artık hava kararmaya yüz tutmuştu.. Öylesine akıcı ve öylesine derinlemesine bir konuşma.. Konu konuyu açtı..

Son günlerde sıklıkla gündeme geldi, Avrupa Birliği-Türkiye, (Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu üyeliği yaptığınız için hakimsiniz) sizce ne olur?

Almanya, Fransa ve İngiltere’nin bir masada daha uzun süre kalabileceğini düşünmüyordum. İngiltere zaten gitti.

Almanya’nın Birliğe yeni giren ülkeler üzerindeki nüfusu Fransa ve İngiltere’yi rahatsız ediyor.

Nüfusu yaşlanan, teknolojideki büyüme hızı düşen ve İnsan Hakları konusunda duyarlılıkları zayıflayan AB, üye ülkelerdeki ırkçı söylemlere karşı duramıyor. AB’nin Suriye’deki katliamlara, teröre şiddete karşı daha duyarlı olması beklenirdi. Sonuç hayal kırıklığı…

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya müdahalesi, sadece benim ülkemin huzur ve güvenliğini değil Avrupa’nın güvenliğini de tehdit etmektedir.. Avrupa’nın bizimle çatışmak yerine uzlaşmacı ve teröre karşı iş birliği içinde olması Avrupa’nın da huzur ve güvenliği açısından çok önemli. İkili sohbetlerde anladığım şudur ki; Avrupa bizi güvenli bölge olarak görüyor. Güvenli bölgeyi kendi içine alarak İran, Irak, Suriye’ye ile bir sınırı olsun istemiyor. Süreci izleyerek göreceğiz. 16 Nisan’da güçlü bir Türkiye görüntüsü Avrupa’nın tavrını yeniden gözden geçirmesine sebep olacaktır.

Avrupa’nın hedefinde niçin RTE var?

Çünkü, RTE güçlü Türkiye’nin güçlü lideri.. Mısır’da, Libya’da, Irak’ta yaptıklarını Türkiye’ye yapamadılar.. Eğilmeyen RTE ve Türkiye’sine karşı öfkeliler. On yıllardır RTE’ye saldırıp değiştirmeye çalıştılar.. Geldikleri nokta Reis’i taklit etmek..

ABD’deki seçim kampanyasını şaşıp izledik, AK Parti kampanyaları çalışılmış taklit edilmiş. Yol yapacağım, köprü yapacağım.. Millet ne derse o, halkım ne derse o.. gibi taklit sözler.

Başkalarının taklit etmeye çalıştığı bir lider, Ülkem için büyük bir şans.

Referandumdan biraz bahsedelim..

Çok partili döneme geçildiğinden bu yana Sn. Erbakan, Demirel, Türkeş, Özal’ın da ısrarla dillendirdiği, güçlü bir yönetimin sağlanmasını öngören anayasa değişikliği 16 Nisan’da Milletin onayına sunulacak. Zayıf ve kısa sureli hükümetler, büyüyen Türkiye’yi artık taşıyamaz. Ateş çemberinde olan bölgenin, barış teminatı olan ülkemin, güçlü ve güvenilir hükümetlere ihtiyacı var.

‘Hayır’cılara da şaşırıyorum, iktidar partisinin yarısı kadar oy alamayan CHP, mevcut sistemde 67 yıldır iktidar olamamıştır ve sittin sene tek başına iktidar olma şansı yoktur. CHP tabanı çakılmış başarısız liderlerden kurtulup iktidar ihtimallerini artırmak için sandıkta EVET demeli.

‘Evet’ çıktığı takdirde her düşüncenin Mecliste temsil şansının olduğu, bölge ve slogan partilerinin yerine güçlü Türkiye siyaseti ile halkın %51’nin onayını alan  güçlü liderlerin hükümet kurduğu bir sisteme geçilecek..

Sokağı nasıl görüyorsunuz?

Hayır da evet de halkın kararı. Rahatsız olan muhalif kanat gerçeğin dışında hayal ürünü kaygılar yaratmakta.. Mesela Sn. Burhan Kuzu, bu işe ömrünü vermiş bir kişi, defalarca hayır kanadının aktörlerini ekrana davet etti ama gelen olmadı.

Referandum bir Anayasa değişikliği.. Parti tercihi değil. İstikrarlı bir yönetim tercihi. Mevcut sistemde sınırsız yetkisi olup sorumluluğu olmayan cumhurbaşkanı yerine sorumluluğu olan bir cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi öneriyoruz. Sn. Bahçeli güçlü Türkiye’nin güçlü hükümetlerle büyüyeceğine inandığı için anayasa değişikliğini destekliyor.

Sn. Başbakan’ın da “Makamın imha ediliyor” diyenlere çok güzel ve yürekli bir cevabı var..

“Ülkem için halkım için bir Ali değil BİNALİ feda olsun…”

Küçücük muhalefet sandalyesi ikbalinde koşanlar elbette bunu anlayamaz.

Tayyip Bey’den sonra ne olur diyenlere ne diyorsunuz?

Allah sağlıklı uzun ömür versin. RTE bütün yaşamına herkesi şahit kılmış bir lider. Tepeden inme ya da bazı lobilerin aktörü değil.

Bu davanın liderinin, birlikte yürüdüğü yanında yetişmiş yol arkadaşları ve onunla yetişen bir nesli var.

Kendi adıma söyleyeyim, 1999’dan bu yana birlikte çalışmanın öğrettiği çok değer var. Farklı yerlerde olsak da aynı duygu ve düşünceleri aynı anda zikrediyoruz. Bir şuur ve dava adamlığının kazanımları bunlar.

Siyaset ve hizmet çıtasını yükseltti. Bundan sonra ancak bu çıtayı yakalayanlar siyasette yol alabilir.

Allah ona başka türlü bir enerji vermiş, bakışı, duruşu, cesareti, Allah korkusu, insan sevgisi, demokrasi ve halkın kararına saygısı.. Bu, bu millet için çok büyük bir nimet. Bize düşen, onun gücüne ve alın terine ortak olmak, yük olmadan yükünü paylaşmak ve ülkemizi hak ettiği huzur ve güvenle buluşturmaktır.

‘Önyargılar en büyük düşmanımız..’

Partilerimiz siyasi duruşlarımız birbirimizi dinlememizi engellememeli. Bunun nelere engel olduğunu yıllardır gözlüyoruz.. Katiyen seni dinlemezler dedikleri topluluklara, siyasi kimliğimi söylemeden misafir oluyorum. Çok bereketli sohbetler oldu.. Sohbet sonunda çok ortak düşünce, az farklılıklar olur. Hep görüşelim çok sevdik sohbetinizi, düşüncelerinizi denir. Hatta tekrar görüşmek üzere söz alınır. Ev sahibi sohbetin sonlarına doğru AK Parti Milletvekili olduğumu söylediğinde şaşkınlıkla “Aaaa inanamıyoruz…” şeklinde yükselen nidalar bize anlatıyor ki birbirimizi daha yakından tanımalı daha çok konuşmalıyız.. Farklı insanların yazılarını ve söyleşilerini takip etmeliyiz ki siyasetimiz zenginleşsin empatimiz kuvvetlensin.. Bu tanışma ve konuşmaların bir çok insanın enerjisini faydaya dönüştürdüğünün şahidiyim.

Referandum sürecinde sokakta bazı arzu edilmeyen olaylar oldu yorumunuz nedir?

Çok haklısınız, bunlar üzücü. Seçim referandum sebebiyle semtimize, evimize, kahvemize gelen siyasetçiler güzel karşılanmalı.. Beğenmesek de sevmesek de hakaret, küfür, ihanet, şiddet içermediği sürece bu çalışmalara saygı duyulmalı.. Maalesef istenmeyen olaylar oluyor.. Basın bunları abartarak anlatırsa şiddeti desteklemiş olur. Şiddet taklit edilen bir davranıştır.. Kanıksanıp yaygınlaşmasına basın yayın yoluyla habercilik adına konuşularak güç verilmemeli.

Mesela halkımız doktoruna, öğretmenine hep saygılı olmuştur. Bir doktora yapılan haince saldırı günlerce verildi.. Doktora saldırıyı gören ama saldıranlara verilen cezayı görmeyen kişiler sanki bu yapılabilirmiş, hak böyle aranırmış sandı ve saldırılar yaygınlaştı.. En azından bendeki kanaat böyle..

Şiddeti haber vermek şiddeti tetikler mi sizce? 

Haberi vermek değil haberin sunuluş biçimi şiddet eğilimlilerini cesaretlendirir.. Yapma cesareti olmayanı “Demek ki yapılabiliyormuş” diye cesaretlendirir.. Çok tekrarlanınca izleyici kanıksar ve şiddete karşı duyarsızlaşır.. Haber sunuşu ses tonu, tekrar sayısı ve cümle kuruluşları çok önemli..

Haber metninde yazarın yeteneğini görürsünüz.. Bazıları, az kelime az şiddet görüntüsü ile sizde acı hissini uyandırırlar.. Hem bilgi sahibi olur hem hissedersiniz. Sizde tekrar kin ve şiddet hissi uyandırmayacak dil kullanırlar.. Bazıları da maalesef bol şiddet görüntüsü tekrar tekrar, kin ve öfkeyi tetikleyen ses tonu ile istemeseler de şiddete katkıda bulunurlar.

‘Reyting kaygısı haberciyi buna zorluyor’ savunması olmaması için haberlerde bu reyting telaşı kaldırılmalı.

Anladığıma göre basındaki kavga dilini eleştiriyorsunuz..

Basın-yayın demokrasinin vazgeçilmezidir. Farkındalıklarımızın artması, doğru bilgiye ulaşmamızla mümkün. Bu da ilkeli bir yayın anlayışında saklı.  Gençliğimizde takip ettiğimiz köşe yazarları vardı.. Bilgi ve duyguyu cümlelerinde bizimle paylaşırlardı. Hakaret itham sözcüklerine tenezzül etmezlerdi..

Teknolojinin gelişmesi ile evimize hızla giren basın yayın araçlarını somut olarak kullanmayı öğrensek de hem yayıncılık, hem de basın okuryazarlığı açısından sanırım zamana ihtiyacımız var.

Hem tarihçi, hem siyasetçi, hem sağlıkçı, hem sosyolog, hem eğitimci aynı anda olmaya çalışmak yerine, iyi bir haberci olmak yolumuzu aydınlatacaktır inşallah.

Elbette her alan birbirinden beslenerek güçlenir.. Ama herkes kendi alanında esas görevini en iyi şekilde yapmalı.

Rol kapınca rol kapan da  zayıflıyor maalesef..

Güçlü ve adil bir siyaset kurumu, güçlü ve ilkeli bir basınla hayat bulur.. Menfaatleri gerçekleşmeyince hükümet yıkıp hükümet kuranların devri geçti inşallah. Diğer yandan gazeteci kılığına bürünmüş terörist ve şiddet severleri elbette bu konuşmaların konusu bile etmiyorum.. Onlar basına sızmış bölücü ve yıkıcı kimliklerdir.. Gazetecilik, onların maskeleridir.

Biraz da siyasetin yanı sıra yaptığınız diğer çalışmaları konuşalım.. Gençlerle ilgili çalışmalarınız nasıl gidiyor?

2002-2015 arası öznesi çocuk olan 3 araştırma komisyonu yönettim..

Hatırlarsanız 2002 yılı ekranlarda devamlı okullarda şiddet olayları gündeme geliyordu.. Bazı TV’ler her akşam bir okul bahçesinden kavga görüntüsü aktarıyordu.. Maalesef bunların bir kısmının kurgu olduğunu bir süre sonra öğrendiğimizde maksadın çocuk değil bir algı oluşturmak olduğunu anladık.

Genel kurulun ortak kararı ile kurulan komisyonumuz çocuklarda artan şiddet eğiliminin sebep ve sonuçlarını araştırdı.

Çalışma ve incemeler gösterdi ki şiddet bir sebep değil sonuçtu.

23. Dönem’de çocuklarımızın mağduriyetine yol açan sebepleri ve kayıp çocukları inceleyen 2. Araştırma komisyonunu kurduk.

24 Dönem, Özel yetenekli çocukların sorunlarını araştıran 3. komisyonu raporladık ve genel kurulda 3 raporumuz da kabul edilip yayınlandı.

Bu arada çalışan annelerin çocuklarının mağduriyetini gidermek için, ‘doğum borçlanması’ kanun teklifini Meclise sundum. Çalışma hayatı aktif  devam ederken doğum yapan anneye 2 yıl borçlanma hakkı getirdik.. Bunu erkeklerdeki askerlik borçlanmasını örnek alarak hazırladım.

‘Çocuğun üstün menfaati’ ifadesi yasalarımızda yerini aldı.

2017 özel yetenekli çocuklarımızın eğitim stratejisi bilim teknoloji yüksek kurulunda tartışılıp hayata geçti. Şu anda üniversiteler MEB ve yerel yönetimler Kalkınma Bakanlığı desteği ile projelerini hayata geçirmekte. Çocuklar ve gençlerle ilgili duyarlılığın artarak vücut bulmasında TBMM komisyon çalışmaları ve raporlarının (komisyonda emeği geçen parlamenter üye ve uzmanlarımıza bu arada saygılarımızı sunalım.) önemli katkısı olduğunu düşünüyorum.

Kısaca çocuklarımızla ilgili yazılı metinlerde her şey tasarlandı ve yazıldı. Önemli olan sürdürülebilirlik.. Hükümet, bakan, genel müdür değişimleri ile değişen kadrolar başlayan çalışmaları tamamlamak daha yukarı taşımak konusunda her zaman hızı yakalayamayabiliyor.. Bu nedenle güzel başlayan birçok çalışma arzu edildiği gibi sonuçlanamıyor. Sn. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi bir işin arzu edilen seviyeye ulaşması için masadaki adamın dert sahibi olması gerek. Gece uykusu kaçmayan yönetici her zaman eksiktir..

Herkes gençler geleceğimiz derken siz “Gençler bugünümüzdür” dediniz. Genç nüfusumuzun birkaç AB üyesi ülke nüfusuna denk olduğunu söyleyerek herkesteki farkındalığı arttırdınız. İlk Genel Kurulda siz dillendirdikten sonra hepimiz kullanır olduk.

Evet, çocuklarımız ve gençlerimiz için kullandığımız ‘gençler geleceğimizdir’ sözünü ben “gençler bugünümüzdür” diye kullanmayı yeğliyorum.. Çünkü, bugününü ihmal ettiğiniz gençliğin ve toplumun geleceğinden çok şey beklemeye hakkımız yok.

Aile çocuk ve eğitim çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Önerileriniz neler?

Çocuklarımızın zeka ve kişilik gelişiminde ailelerin yanlarında olduğu 0-6 yaş arası oldukça önemli. Atalarımızın sözü ne güzel! Çocuk 7’sinde neyse 70’inde de odur. Evimize aldığımız küçük bir eşyanın yanında bile uzunca bir kullanma kılavuzu varken.. Hayatımıza genç yaşta giren çocuğumuzla ilgili hiçbir tecrübeye sahip değiliz. Her evde bir can yetişiyor. Çocuklarımızın bedensel ve zihinsel gelişimleri için ebeveynlere mutlaka anne baba eğitimleri verilmeli hatta zorunlu olmalı..

Eğitim kaynaklarımızı, büyük bir kısmının ortaöğretime, ilköğretimin yanında  önemli bir kısmını okul öncesine ayırmak lazım.  Çocuklarımız yetişirken onları zeki, dahi, akıllı, yaramaz, hiperaktif falan gibi kavramlarla tanımlamayalım. Her çocuk harikadır ve farklı öğrenir. Bazı çocuklar hızlı, bazısı yavaş öğreniyor ama herkes bir gün öğreniyor. Çocukların farklı ilgi alanları var, bir de önemli olan motivasyon.

Çocuklarımız aile içinde büyürken hayatına önce doktorlar ardından öğretmenler girmekte.. Öğretmenlerimiz çocuklarımız için önemli rol modeller.. Eğitmenlik öğretmekten öte çocuğumuza rehberlik etmektir. Yetenekleri, öğrenme modelleri, özel durumları öğretmenlerimizin hep dikkatlerini çekmelidir.. Çok güzel bir söz var.. Bir çocuğun en büyük şansı iyi bir öğretmenle karşılaşmaktır. Eğitmenliğini saatlere sıkıştırmadan küçük bedenlere rehberlik eden bütün öğretmenlerimizi buradan saygıyla selamlıyoruz.

Sınavlara kaygılara zayıf notlara teslim edilmemesi gereken çocuklarımız, birinci dört yıldan itibaren ilgi alanları davranışları motivasyonları ile öğretmenlerine ipucu verirler. Erken yaşta meslek sahibi olmak isteyenler, projeciler, sanat eğilimliler.. Hep öğretmenlerin gözlemlerine muhtaçtır.. Anneler babalar öğretmenler bu süreci iş birliği ile takip etmeliler.. RAM (Rehberlik Araştırma Merkezleri) de ailelerin ve öğrencilerin hizmetinde.

Ülkemizde 22-23 yaş üniversite bitirme yaşıdır.. Neredeyse hayatın 1/3’inde meslek edinmek için okula gitmek… Ben bunu nesil için geç buluyorum.. Çoğu çocuğumuz özel yetenekleri doğrultusunda meslek liselerinde erken hayata atılabilir.. Bazı çocuklarımız 16 yaşında akademik tahsil yapacak hızlı öğrenme yeteneğine sahiptir. Öğretmenlerimiz hızlı ve farklı öğrenen çocuklarımız için destek odaları ile öğrenmeyi farklılaştırıp hızlandırabilir. Sınıf atlatmayla yıl kazanımı sağlanabilir. Önerimiz bu öğrencilerimizin üniversitelerden dersler almasını sağlamaktır. Fen lisesi gibi özel sınavlarla alınan çocuklar projelere odaklanmalı. Projeler, üniversite puanlarını olumlu yönde etkilemelidir. Fen liseleri eğitimci kadroları özel yetenekli  alan öğretmenlerinden oluşmalı, bu tip liseler ve BİLSEM’ler mutlaka bir üniversite ile ilişkilendirilmelidir. Yetenekli çocuklarımıza bu fırsatları biz sağlayamaz isek yabancılar sağlar ve onları kaybederiz. Bir röportaj yetmez bu konulara kitap yazılır. Burada ancak başlıkları söyleyebilirim.

YARIN: “KÖY ÇOCUĞUNUN ODAKLANMA PROBLEMİ YOKTUR”

Kategori: Makaleler
Önceki yazı
İncekara: “Özel Yetenekli Çocuklara Bulundukları Sınıflar Yetmiyor.”
Sonraki yazı
“Köy Çocuğunun Odaklanma Problemi Yoktur”
Menü